9 Haziran 2011 Perşembe

Yaş 16

Yaş 16. Neyin yarısı?
Ayten Alpman’ın “Memleketim” şarkısını çoğumuz biliriz. Hani der ya; ”Bir başkadır benim memleketim” diye.
16 yaşıma kadar bu sözler bana hiçbir şey ifade etmezdi. Sadece bir şarkı sözüydü, melodisi güzel bir şarkının sözleri. 16 yaşıma kadar hiçbir zaman ülkemin bu dünyada vazgeçemeyeceğim tek yer olduğunu fark edememiştim. Bu yaşıma kadar hiçbir zaman, ülkemin yaşamaya elverişli bir yer olduğunu da düşünememiştim.
Ben 16 yaşıma kadar, damarlarımda dolaşan Türk kanını hiçe sayıp atalarımın bana bıraktığı o topraklara sahip çıkma gereğini bile duymamıştım. Galiba kendimle yüzleşmenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Ben 1992 doğumluyum. Adana’da ikamet ediyorum ve Anadolu Lisesi öğrencisiyim. AFS’nin değişim programını kazanarak bir yıl Amerika’da kalmaya hak kazandım. Doğrusunu söylemek gerekirse benim yaşımdakilerin pek hayal ettikleri bir şey değildir, bu yaşlarda buralara gelmek. Ama nedense ben büyük bir istekle bunu gerçekleştirdim ve hala da devam ediyorum. İçimde hep bir Amerika tutkusu vardı. Nasıl olmasın ki? Bu fırsatlar ülkesine kim hayır diyebilir ki? Çok çalışma ile başarı, refah ve şöhretin yakalanabileceği fikrine kim kapılmaz ki. Herkesin müstakil evlerde yaşadığı ailenin, anne, baba, çocuklar ve ev köpeğinden oluştuğu, sokaklarda hep çıtır insanların gezindiği, herkesin zayıf olduğu (ya da bize hep zayıflar gösterildi), paraların bolca bulunduğu ve sınırsız özgürlüklerin olduğu fikrine hangimiz kaptırmadık ki kendimizi. Herkes bunu yaşamak istemiştir, çünkü canım ülkemizde her türlü görgüsüz Türk alışkanlığını (dalaveracılık, sıra beklememek, yasal olmasa da bir yolunu bulmaya çalışmak, trafikte küfür etmek, tükürmek vs.) bir tarafa bırakarak buralara koşmadık mı? Evet Amerika’da bizde olmayan çok iyi şeyler var. Mesela, Obama gibi Afrika kökenli birini başkan yapabiliyorlar sistem bunu kabul edebiliyor. Kölelik ve ırk ayrımcılığı yüzünden 1861’de başlayan Amerikan İç Savaşı, “asıl şimdi bitti” desek yeridir. Burada rüyalar bir şekilde gerçek oluyor...
Bunları uzun uzun yazmaya kalkmayacağım. Ama ne kadar iyi olursa olsun yine de sana kendi ülken gibi davranmıyor burası. O bildiğimiz, tanıdığımız ya da alışık olduğumuz şeyler maalesef yok burada. Amerika sadece senden yararlandığı zaman sana kucak açıyor. Sana rüyanı yaşatıyor. Ama o en mutlu anlarında bile hayatında bir şeylerin eksik olduğunu mutlaka fark ediyorsun. Amerika’nın hangi mahallesinde taburesine oturmuş kahvesini yudumlayan ve gelen-geçene ayağa kalkarak selam veren bakkal var? Ya da bir ramazan günü herkesi bir sıcak pide için sıraya sokan kaç tane fırıncı var? Kapı ziline uzun uzun basıp gürültü çıkardığımız için bize kızan yaşlı ve de asabi, bir o kadar da tonton kaç tane dede var? Eğer hiçbir zaman hayatınızda böyle şeyler cereyan etmediyse ya da bunları yaşamadıysanız, o “Amerikan Rüyası”nda bir şeylerin hep eksik olduğunu anlamanız uzun sürmüyor. Etrafındaki insanlar ne kadar iyi ve güler yüzlü olurlarsa olsunlar, onlar seninle aynı dili konuşmuyorlar, aynı kültürden gelmiyorlar, aynı düşünemiyorlar ve en önemlisi de seninle aynı maziye sahip değiller. Şundan eminim ki; bir pazar günü sokak satıcısından alınmış bir gevrek simitle, yanında tavşan kanı çayı yudumlayıp, boğazdaki martıları izlemenin nasıl bir zevk olduğunu hiçbir zaman bilemeyecekler. Çünkü onlar donut’la büyümüş bir nesil. Ama şunu da itiraf etmeden geçemeyeceğim. Konu üçkağıt, dalavere olunca bizim gibi kıvrak bir zekaya sahip değiller. Onlar, sabah 08.00 akşam 16.00 arası mesailerine sadık bir şekilde belli bir sistem dahilinde monoton bir hayat yaşıyorlar. Fakat güç onlarda para onlarda özgürlük onlarda dünyanın efendisi olmak onlarda, sana rüyalarını gerçekleştirmek için her fırsat onlarda… İşte sırf bu yüzden belki de katlanıyoruz buralara, daha iyi bir eğitim daha iyi bir gelecek için donanım elde etmek için geliyoruz buralara. Ama maalesef bedeli de ağır oluyor işte. Artık yavaş yavaş memleketimi özlemeye başladığımı itiraf etmeliyim. Kebap yemeyi, tantuniciye gitmeyi, ailemle dışarıda balık yemeği özledim. Dershane sonrası arkadaşlarla kaçamak yapıp waffle yemeyi çok özledim. Ben sevmediğim birçok şeyi bile özledim. Anlayacağınız ben her şeyi çok özledim.
Ben 16 yaşıma kadar Türklüğümle ya da ülkemle gurur duymayı hiç düşünmemiştim. Ama inanın hem ülkemle hem de Türklüğümle gurur duyuyorum. Burada geçirdiğim her günün sonunda yeni şeyler öğrendiğimi ve daha fazla olgunlaştığımı itiraf etmeliyim. Evet artık 17. yaşıma giriyorum. Bu adaletsiz hayatta bir yıl daha yaşamış ve dünyaya geliş amacımı bulmama yardım edecek pek çok tecrübe daha edinmiş olacağım.
Ve ben güzelim ülkeme geri döndüğümde, her zaman 16 yaşında olduğum günleri hatırlayıp, ne heveslerle Amerika’ya gelip ve nasıl koşa koşa geri döndüğümü hatırlayacağım. Gurbetlik zor iş, bakın insana neler de yazdırıyor. Bilgisayarın başına oturmuş Mazhar Alanson dinlerken işte bu satırlar dökülüverdi klavyemden. Bütün bu olumsuzluklara ve özlemlere rağmen, hala içimden bir ses ”Amerika’da kal diyor” diğer bir ses ise; “hayır işini bitir ve hemen dön “diyor. Şimdi ben bu iki sesin arasını bulmaya çalışacağım. Ama sanıyorum ki; Amerikan rüyamı yaşayıp, alabileceğimi alıp, her türlü imkandan sonuna kadar faydalanıp ülkeme dönmek fikri daha ağır basıyor.
Döndüğümde bir yıl daha lisede okuyup ondan sonra üniversiteye girme telaşı ve korkusu olsa da, ben yine de döneceğim. Ne kadar kötü durumda olsa da (kriz, terör vs.) söz konusu vatan ise gerisi teferruattır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder