9 Haziran 2011 Perşembe

Evde Tek Başına

Ölüm!
Gerçeğidir tüm canlıların. Bir o kadar da güzeldir, güzel olmasa ölmek ister miydi tüm peygamberler. Tek sorun ne zaman tecelli edeceğidir insanın.
Nasıl bir ölüm isteriz? Madem ki ölüm var, ölümden kaçış yok; öyleyse nasıl bir ölümle ölmek bize daha kolay, daha güzel gelir? Sonra, ölümün şeklini, şemalini seçme hak ve imkânımız var mı? Hayır.
Sanıyorum bu soruya cevap bulmak gerçekten zor olsa gerek. Annesi ve babası yaşlı insanların normal ruh hali; bir gün telefon çalar ve size onlardan birinin ölmek üzere olduğu haberi gelir. İşte ben şuan böyle bir olaya tanıklık etmenin üzüntüsünü yaşıyorum.
Misafir olarak kaldığım evin babası yani benim host father’ımın Kalifornia’da yaşayan ve benim de tanışma şerefine nail olduğum babası, geçen cumartesi merdivenden düşüp boynunu kırmış hastanede gerekli tüm müdahaleler yapılmış olmasına rağmen, 85 yaşındaki bu tonton büyük babanın yaşama şansının olmadığını doktorların söylemiş olmalarını sizce bir evlat nasıl karşılamalı?
Ya da böyle bir olayla karşı karşıya olmayı hangi evlat ister? Babanın bu haberi aldığında nasıl perişan olduğunu asla unutmayacağım. Geçmişte de acıma duygularım zaman zaman harekete geçmişti, ama inanın bu seferki bambaşka. Acaba ben bir gün kendi babamla ilgili böyle bir haber alsam ne yapardım? Nasıl davranırdım diye kendimi soru sormaktan alamadım. Ama inanın ki o adamın hissettiklerinden farklı olmazdı herhalde. Baba alelacele uçakla Kalifornia’ya hereket etti. Ailenin diğer fertleri de bir gün sonra yola çıktılar, normalde benim de onlarla gitmem gerekiyordu, ancak evdeki köpekleri de yanımıza alıp Kalifornia’ya gitmek, annenin pek istediği bir şey değildi, zira neyle ya da nasıl bir durumla karşılaşacağını bilmediğinden bir de ortada başıboş dolaşan köpeklerin varlığı bayağı sorun olabilirdi.
Baktım olacak gibi değil, “Tamam siz gidin ben evde köpeklerle kalırım” dedim. Bunu söylerken çocukluğumun unutamadığım filmi, “Evde Tek Başına” geldi aklıma. Sokak bembeyaz karla kaplı, birazdan o iki serseri gelip evin etrafında keşif yapacaklar ve ben de onları karşılayacağım, bayağı eğlenceli olacak. İnanın düşünmesi bile insana tatlı bir tebessüm yaşatıyor. Düşünsenize ben evde bir hafta tek başıma yaşayacağım köpekleri saymazsak. Bir taraftan da dua ediyorum tonton dedeye bir şey olmasın diye, neyse ki iyi haber geliyor, daha sırası gelmemiş demek ki. Bu güzel gelişme,benim “evde tek başına”lığıma moral katıyor, yeni her şey daha güzel olacak, ben pizzacıyı arayacağım eve pizza sipariş edeceğim, ne bileyim birazdan kapı çalacak yakışıklı bir oğlan “pizzanız” diyecek.
Birkaç gün boyunca bunları yapacak olmamı hayal etmem bile beni zevkten uçurmaya yetti. Koordinatörüm wicky gelişmelerden haberdar olduğu için o geceyi onlarda geçirmemi teklif etmişti ve gecede orada kalacak ertesi günü yine “evde tek başına”lığıma dönecektim. Anne giderken bana biraz para bırakmıştı, yeme-içme için. Tabii ben eve pizza sipariş etmekten ziyade tek başına dışarı çıkmayı daha çok tercih ediyorum. Eve kapanmayı, ürkeklik olarak düşünüyorum. Taa Amerikalara gel bir eve misafir ol ve onlar da seni evde tek başına iki köpekle bırakıp Kalifornia’ya gitsinler. Olacak şey mi? Ama gerçek işte. İnanın bunun keyfini çıkarıyorum, durumu Adana’daki gerçek aileme anlattığımda annem ve babam tabii doğal olarak endişendiler, bu arada sık sık eve telefon açıyorlar. Ben çok küçük yaşlarda bile evde tek başına kalmaya alışığım ya, bizimkiler bunu bilmesine rağmen sürekli arıyorlar ne de olsa burası Amerika!
Belki de buradaki beş aylık süre içerisinde en keyif aldığım zaman dilimi bu “evde tek başına” geçirdiğim zamandır. Hele o iki köpeği yanıma alıp, bembeyaz karlı kaldırımlarda yürüyüş yapmak yok mu; inanılmaz zevkli saatlerdi. Sonrasında sürekli gittiğim cafeye uğrayıp bir şeyler yemek veya sıcak bir şeyler içmek benim gibi 16 yaşında bir kız çocuğu ve üstelik memleketinden kilometrelerce uzakta biri için tarifi imkansız duygular.
Ve Wickylerin evinde yaklaşık 35 kişiyle kutlamalara eşlik etmek ve Wicky’nin izniyle hayatımda ilk kez bir kadeh şampanya içmeyi, inanın kendime bir lütuf sayıyorum.
Düşünecek bir şeyi olmayan insan, sürekli ölümü düşünür derler. Ama haksızlık değiLMİ? 85 yaşında olması onun düşünecek bir şeylerinin olmaması anlamına gelir mi? Bence gelmemeli. Çoğumuza göre tam da ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide olmasına rağmen bence hala onun düşünecek çok şeyi olmalı. Aramıza hoş geldin tonton dede, yaşamaya ve düşünmeye devam et.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder