9 Haziran 2011 Perşembe

Ve Pırıl Amerika'da... - III

Bir ara onlar kendi aralarında konuşurken ben bunları düşündüm yani ilk gecem. Adana’da kendi evimizde uykuya dalış faslım süper başlardı annem içeriden ”minnoş” diye seslenir ben de “miyav” diye karşılık verirdim sonra kalkar odalarına gider ve aralarına sokulurdum.
Herkes bana tek tek iyi geceler dedikten sonra odama çıktım, etrafa baktım bir daha baktım “Allahım ben nerdeyim gerçekten burası Amerika'mı?”
Ellerime betonun soğukluğu vuruyor, biraz da toz. Yüzümün sol yanı öyle bir yapışmış ki yere, hiç koparamayacağımı sanıyorum. Nihayet gözlerimi açtım, yerdeymişim. İki seksen uzanmışım yere. Neredeyim, nasıl geldim buraya bilmiyorum. Yavaşça ayağa kalkıp üstümü temizledim. İyi de neden yerler kirli, burası neresi? Ortalıkta bir ışık kaynağı yok ama yine de etrafı aydınlatan bir loş ışık var. Duvarları görebiliyorum, bir sürü duvar. Ama hiçbirinde kapı yok, bir sürü köşe, bir sürü dönemeç. Yarım saattir dolaşıyorum ama yine de bulamıyorum çıkışı.
Sanırım burası devasa bir labirent. Bir labirentteyken sürekli sola veya sürekli sağa dönülürse mutlaka çıkışa varılırmış. İyi de ben bunu nereden biliyorum? Sanırım nereden bildiğimi bile bilmiyorum. Olsun, nereden bildiğim önemli değil, ben sürekli sağa dönmeyi seçeyim en iyisi...
”Bu benim Amerika'da gördüğüm ilk rüyam, bize İstanbul'daki kampta “yedinci aydan sonra rüyaları bile İngilizce görmeye başlarsınız” demişlerdi. Benim bir rüyayı bu kadar net bir şekilde görmem ve bunu anlatmam pek görülmüş şey değil, ama ben de inanamıyorum bu rüyayı net olarak gördüm ve yazıyorum. Darısı İngilizce rüyalara tabi.
Amerika'da böylesine net rüyalarla uyanmayı ben hayra yorumluyorum zira başka ne yapabilirimki. Sherry annem, tabi ben ona şimdilik sadece “Sherry” diyorum. Salt lake city turu teklif ediyor, olmaz mı! Hem de süper.
Escalede jeep’in ön koltuğuna oturuyorum tabi burası Amerika hemen emniyet kemerimi bağlıyorum Sherry anne uyarmadan, Sharifa da arka koltuğa geçiyor. Salt Lake City, ABD'nin Utah eyaletinin başkenti ve en büyük kentiymiş. Etrafı dağlarla çevrili fazlaca yüksek binaların bulunmadığı mütevazi bir orta batı Amerika şehri diyebiliriz.
Bu arada elimde fotoğraf makinesi önüme çıkan her görüntüyü kaydetmeye çalışıyorum.
Kadirlinin sülemiş tepesi benzeri bir yere geliyoruz şehri kuşbakışı görebildiğimiz bu tepede insanlar fotoğraf çekiyor, ben ise 1 yıl kalacağım bu şehre bakıp anlamaya çalışıyorum, Sherry anne hafta sonu Yellow Stone parkına kampa gideceğimizi söylüyor, benim gibi börtü böcekten korkan birisi için Yellow Stone parkı biraz fazla da olsa bu kampı hayatta kaçırmam.
Araçla şehri gezerken bir ara aklıma Şaperon Levent'le WDC'deki Victoria Secret'i gezdiğimiz aklıma geldi, koca mağazadaki tek erkek bizim Levent'ti.
Bu arada “Şaperon”nedir diye merak edenleriniz olabilir onu da açıklayayım. Daha önce bu programla Amerika'ya gelmiş ve sonrasında bizim gibi çömezlere gönüllü rehberlik yapan arkadaşlara Şaperon deniliyor.
Ayrıca babamın yıllar önce Milliyet gazatesinden Yasemin Çongar’ın kaleme aldığı “Liseli gözüyle Amerika” yazısında üç türk gencin AFS programıyla Amerika'ya gidişlerini burada dışişleri bakanı ile tanışmalarını anlatması ve bu üç Türk'ten birinin bizim Şaperon Levent olması da çok hoş bir tesadüftü.
Babam bana her zaman gurur duyulacak kişilerle ilgili gazete haberleri ya da dergilerden yazılar okuturdu. Adı üstünde “gurur duyulacak kişiler ya da işler” babam benimle hep gurur duymuştur. Belki de bir başka çocuğa ilham verecek sıradakı gurur duyulacak insan bendim.
Bunları düşünüp bir de üstüne akşam Amanda'nın iki yumurcağını görecek olmam fikri beni bayağı neşelendirdi. (Everything is perfect)
17 Agustos Sharifa'nın doğum günüydü, sevgili babacığım (gerçek olanı) taa Iraq’lardan tüm aile bireylerine hediyeler almıştı. Sharifa da üzerinde turkuaz rengi taşlar bulunan gümüşten bir künye almış. Kızcağız meğerse turkuaz renge bayılıyor, sanki sipariş üzerine getirilmiş bir hediye bu kadar mutlu olacağını bilseydim güzelim memleketime ait olan bu renklerden ne var ne yok alıp getirirdim. Tabii bu arada ablam Amanda'nın evindeyiz iki sarı böceğinde doğum günleri var hep beraber kutlama yapıyoruz.
Ev, west walley bölgesinda yani Sherry annemlere yakın bu banliyöde cümbür cemaat oturuyorlar işte. Bu arada Ablam Amanda'nın sarı yumurcakları gerçekten çok şekerler hele küçük olanı Seat ağzını bir büküşü var küsünce tek kelimeyle kendine hayran bırakıyor köftehor.
Bu arada sarı yumurcaklara Adana'dan şalvar ve folklorik yelek almıştık onları giydirip fotoğraf çektirdik, çok tatlı olmuşlardı bu kıyafetlerle. Babam; sürekli bana takılıyor şakalar yapıyor kendimi rahat hissetmem için adamcağız elinden geleni yapıyordu. Tıpkı gerçek babam gibi o da sürekli bana takılır dururdu. Bu arada buradaki babam aslen Afgan, yani rus-afgan savaşından sonra yerleşmiş Amerika'ya burada evlenmiş çocukları hatta torunları olmuş mesut bahtiyar bir şekilde yaşamaya çalışıyorlar.
Her yıl dışarıdan bir öğrenci misafir edip hayatlarına renk katmayı da ihmal etmiyorlar. Burada insan önce çekinceleriyle yüzleşmeyi öğreniyor. Çünkü adımını attığın her yeni yer senin için bir başlangıç ve tabiî ki her başlangıç ister istemez insanda çekinceler oluştuyor.
Ve Okul Başlıyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder