9 Haziran 2011 Perşembe

Amerika Günlüğü

Sherry annenin komşusu bayan Yula, Serry ile çok samimiler her yere mümkün mertebe birlikte gidiyorlar.
Komşu Yula’nın iki oğlu var biri Ryan, abim Siraj’la yaşıt ve arkadaşlar ve ben tabi ryanı ilk gördüğümde çok şaşırmıştım zira yarı çıplaktı ve vücudunda garip dövmeler vardı ayrıca göğüs uçlarında pearcing takılıydı ve elinde kocaman bir İguana ile bana selam vermişti. Ben Adana da hiç iguana besleyen arkadaşımı veya bir tanıdığı hatırlamıyorum şaşkınlığım biraz da bundan olsa gerek.
Diğeri de Ryan’dan küçük olanı o daha sevimli, etlisine ve sütlüsüne karışmayan cinslerden yani. Neyse üst baş değiştikten sonra büyük kilisenin bahçesinde yapılan festivale gittik bu seferde. 3-4 saat kaldık inanılmaz eğlendim. İlk önce Vicky’i bulduk 1 saat sonra kampa gidecekti onunla resim falan çektirdim sonra Endonezyalı arkadaşımda oradaydı. Vicky’den pax t-shirt’ü istemiştim benimkini WDC’ deki odamda unuttum. Ne unutkanım ya çok kızıyorum kendime! Onun anısı vardı aynı günde 6 kez kola-pasta ve dondurma dökmüştüm ben onu kirleriyle saklamayı düşünüyordum unuttuk işte...
Düşünsenize tamamen dondurma ve koladan ibaret kirli bir t-shirt’ü bile saklamayı düşünüyor insan sanırım bunda ilk zamanların verdiği bir merak ağır basıyor. Acaba dönmeme yakın böyle bir istekte bulunabilirmiyim bilmiyorum hep birlikte göreceğiz. Wicky “yes” rozeti verdi bana çok cool, üstünde bir zeytin dalı var bir de “youth exchange study” yazıyor, neyse sonra sordum hiç Türk var mı diye öyle hasretle Türk arıyordum ki sormayın Türkçe konuşmayı özlemiştim. Bütün hevesime rağmen o gün orada bir Türkle karşılaşamadım en azından o saate kadar.
Ama başka ülkelerin insanlarıyla tanıştım Suriye, Afganistan, Peru, Kosta Rika, Hindistan nerdeyse her ülkeden birileri vardı. Her standı tek tek gezdim artık o çekingen ruh halini üstümden attığım için gayet yüksek bir özgüvenle insanlarla tanışıyor ve sohbet ediyordum.
Bir stantta bir bayan vardı yani Güney Amerika ülkelerinden birinden olduğu hem tipinden hem de konuşmasından belliydi zaten. Burada kim Amerikalı kim göçmen anlıyorsunuz ama işin ilginç yanı o kadın beni Amerikalı sanmıştı.
İngilizcemin çok akıcı olduğunu söylediğinde, kendi kendime “vay be ben neymişim” demekten alamadım kendimi. Malum Türkçe’de bir aksan olmayınca İngilizce’yi de taklit etmek zor olmuyor. En iyi İngilizce’yi Türkler öğrenirmiş bir Almanı ya da Fransızı İngilizce konuşurken çıkarabilirler ama sıra bir Türk’e gelince bocalarlar...
Bu bilgiyi Arzu hocamdan öğrenmiştim. Özgüvenin insana güç vermesinin yanı sıra, enerjisini de arttırdığını fark ettim ve daha fazla çaba göstermeye, başarı için ilham kaynağımın özgüvenden başkası olmadığını anladım. Başarılarımdan gurur duymayı ve keyif almayı yavaş yavaş öğreniyordum.
Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir. Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. Komutan zekice bir plan yapar, savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak “Şimdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak” der.
Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, “Kimse kaderi değiştiremez” der. Bunun üzerine “Haklısın” der komutan, iki tarafı da tura olan parayı göstererek!
Bu yazıyı bir yerde okumuştum ve özgüvenin neler yaptırabileceği konusunda çok iyi bir örnek olduğunu düşünerek buraya not düşmeyi uygun buldum. Anlayın işte…
Bu kadar iltifattan sonra gerçeğe tekrar dönersek; ben standları dolaşmaya devam ediyorum Sherry annemle, derken Afganların standında biraz mola veriyoruz. Hem burdaki babamın Afganlı oluşu hem de stantta kebap yapıyor olmaları zorunlu olarak bizi orada molaya vermeye zorlamıştı. Sherry anneye dedimki “en son 6 Ağustos’ta Adana’da ailecek kebap yemiştik. Güldü tabii “gün mü sayıyorsun dedi” beraberce gülüştük bu sefer.
Malum “Adana daki son günümdü ondan unutmadım” deyiverdim Sherry anneye. Stantta kebap yapmaya çalışan oğlana dedimki, “benim geldiğim yerde dünyanın en leziz kebabını yaparlar” oğlan müstehzi bir ifadeyle, ”muhtemelen öyledir“ dedi. İnanmadığını anlamıştım ama neyse, yine de kibarlık gösterip bize ikramda bulundu. Bu arada gösteriler de başlamak üzereydi, ülkeler yerel danslarını icra edecekler biz de kenarda alkış tutacağız veya fotoğraf çekeceğiz, ne bileyim genelde de böyle olmaz mı.? Gösteri yapacaklar listesinde Türkler de var deyince Sherry anne; birden heyecanlandım. Diğer ülkeler sırayla gösterilerini yapıyorlar ama ben bir an önce bizim grubun sahneye çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum.
Donat’tan sonraki ikinci hayal kırıklığımda Türk grubu diye sahneye çıkardıkları Kafkas kökenli bir grup gençten oluşan ve bir kelime dahi Tükçe bilmeyen Rus uyruklu öğrencilerdi. Başlarında fes, Kafkas oyunu oynuyorlardı, biraz ilerleyince hiç de fena oynamadıklarını gördüm. Oldum olası nefret ettiğim kına gecesi ritüelleriyle de bir başka komiktiler. Ama olsun yine de Türk Türktür deyip bende fırladım sahneye, zaten Sherry anne fark etmişti benim yerimde duramadığımı o da kolumdan tutup sahneye atlamama yardımcı olmuştu.Hayatında sadece iki parmağını birbirine çarptırarak şaklama sesi çıkarmanın dışında oyun bilmeyen ben, kah alkış kah sallanarak eşlik etmeye çalışmıştım.
Halay kısmında iyice ortalarına daldım hep birlikte oynadık. Sherry anne durmadan resimlerimi çekiyordu.Gösteri bittiğinde seyircilerden bayağı alkış almıştık, tabi bu alkışların gerçek sahibi ben değildim ama olsun soydaşlarımı yalnız bırakmamıştım. En azından ve Amerika’da Utah eyaletinin Salt Lake City şehrinin bir yerinde ben; piste çıkmış oyun oynuyordum! Anlatılmaz yaşanır...
Peru standında 2 kişi geleneksel kıyafetleri ile gitar çalıp şarkı söylüyorlardı, biri tahminen 50’li yaşlarda diğeri de 30-35 yaşlarında inanılmaz bir düet yaptılar kendi dillerinde ama müzikleri çok hoştu, o pist yorgunluğumun tamamını aldı götürdü benden. Sanırım benim acilen Peru’ya gitmem lazım.
Neyse diğer standları da gezip dönüş yoluna koyulduk o günün anısına bir bilezik ve birde rozet aldım, özellikle bilezikteki bir figür bana çok tanıdık bir şeyi hatırlatıyordu ama bir türlü ne olduğunu çözemedim.
Yorgun argın eve döndük, çok eğlenceli bir gün geçirmiştim ve inanılmaz mutluydum. Bir cumartesi daha sona eriyordu. Pazar günü tüm gün evden çıkamadık zira temizlik operasyonu vardı. Tabiiki bu evde yaşayan biri olarak benim de bu operasyona katkı yapmam gerekiyordu, iş bölümü yaptık, babamız garajı düzenleyecek, ben ve Sharifa orta katın temizliğinden sorumluyuz. Sherry anne de salon ve mutfağın bulunduğu bölümden sorumlu.
Sevgili anneciğimle Adana’daki evimizde müşterek yaptığımız hafta sonu temizlikleri geldi aklıma, benim annemle temizlik yapmam mutlaka bir bedele dayalıydı ve muhtemelen de bu bedel sinema olurdu. Ama mutlaka o hafta temizlik yapılır müsait bir diğer günde de önce yemek yenilir ve ardından da sinemaya gidilirdi. Ta ilkokul günlerinden bile küçük şeylerle mutlu olmasını bilirmişim ben bunu şimdi daha iyi idrak edebiliyorum, sebebine gelince, bir sinema bile beni mutlu etmeye yetiyormuş demekki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder