9 Haziran 2011 Perşembe

Ve... Pırıl Amerika'da!

İnsan kendinin neler yapabileceğine bazen inanamıyor doğrusu. Hiç yapmadığım bir şeyi yapacağım. Siz bunu okurken, ben çoktan gitmiş olacağım.
Ben 10 yaşında iken New York’ta yaşamaya karar vermişim. Tanıdığım mı vardı? Yaşayacak bir evim mi? Beni bekleyen bir işim mi?
Ne bir tanıdığım, ne evim, ne de beni bekleyen işim vardı. Hem o yaşta bütün bunları düşünecek tecrübem de yoktu. Tek bildiğim New York’ta nefes alıp vermek istediğim idi. O zamanlar arkadaşlarım ileride doktor, mühendis olmak isterken ben evimizi ziyarete gelen misafirlere “ben büyüyünce New York’ta yaşayacağım” derdim. Bu konuda hiç tereddütüm yoktu... Gerçi New York’a gitmiyordum ama olsun en azından yeni kıtaya ayak basacak ve bir gün mutlaka New York Central Park’ta bir bankta oturmuş kitabımı okurken sevgili babacığımı düşüneceğim. Gerçekten söylediklerime inanılmaz bir kuvvetle inanıyordum. Hayallerimi gerçekleştirene kadar uzun yıllar beklemem gerekti...
6 Ağustos 2008 Akşamı valizleri antreye çektik babamla. Akabinde son kez ailecek balkona çıktık. Babam; “Demek ki gidiyorsun kızım” deyince boynuna sarıldım sonra annem de katıldı bize, babamın elinde fotoğraf makinesi durmadan beni çekiyordu dayım birazdan gelip bizi havaalanına bırakacaktı, babam; son kez balkondan manzarayı seyretmemi istedi ama kimin umurunda ki manzara. Asansöre binip giriş katına gelince, dayımda dış kapıdan içeri giriyordu valizleri aracın arkasına yerleştirip Adana şakirpaşa havaalanına doğru yola koyulmuştuk.
Yolda giderken öylesine dalmıştım ki, dayımın garip ve bir o kadarda saçma konuşmalarını duyuyor ancak anlamıyordum. Amerikan kongresinin 11 eylül terör saldırısı sonrasında aldığı bir kararla dünyada belirlenen yedi müslüman ülkeden Amerika'ya davet edilecek öğrencilerden birisi de bendim. İnanması zor ama bir o kadar da beni mutlu eden bu 1 yıllık Amerika seyahatim nihayet başlıyordu Salt Lake City/Utah’a gidiyordum.
Bir an için bu yeni dünyaya gidebilmek için Ankara'da birkaç kez tabi tutulduğum sınavlar aklıma geldi. Özellikle de Leonardo Di Caprio ile ilgili sinema sorusunu hatırlayıp hafifçe tebessüm ettim, sonra babamın benim geleceğimle ilgili 3 yıl önce kaleme almış olduğu ve Wisconsin eyaletinin milwaukee badger state şehir mezarlığında son bulan hayatım ile ilgili yazısını düşündüm. "Acaba o hayatın bir başlangıcı mı bu seyahat” diye geçirdim içimden. Sınavı kazanmış olduğum haberinin geldiği gün ise benim için unutulmaz günlerden birisi olmuştu. Babam o gece bizi dışarıda balık yemeğe götürmüş ve yemekte, çok istediğim cep telefonunu ambalajı ile birlikte usulca masada önüme koymuştu, boynuna sarıldım öptüm. İçimden; mutlu olmak işte bu galiba dedim.
Havaalanının önünde park ettiğimizde tüm bu düşüncelerden sıyrılabildim ancak. Önce 1 saat 10 dakikalık bir uçuşla İstanbul’a gidecek ve orada üç gün kaldıktan sonra da 10 Ağustos sabahı 05:30'da da Amsterdam üzeri Washington Dulls havaalanına inecektim sonra da ver elini Utah! 16 yaşındaki bir kız çocuğu için inanılmaz bir tecrübe olacaktı bu seyahat. 2002 yılında ailemle Kıbrıs’a yaptığımız seyahati saymazsak bu benim ilk dış hatlardan uçuşumdu.
Heyecan ne kelime, hani derler ya “anlatılmaz yaşanır” diye işte öyle bir duygu bu benimkisi. Öykü, Suna, Yiğitemre, Ersin, Ege, Almira, Nil, Zeynep, Emre, Heja, Nejan, Ömer, Yiğitcan, İrem, Ermin, Hilal, Ecem, Yağmur, Can, Serhan, Ece, Deniz, Lebriz, Monika, Beril, Ecem, Seren, Ayhan, Işılay, Hazal ve ismini burada sayamayacağım daha bir sürü arkadaşım. 41 kişi beraberce İnanılmaz keyif aldığım 3 günlük İstanbul kampından sonra nihayet Atatürk Havalimanı dış hatlar terminalindeydik.
Babam geçmiş yıllarda “kızım seni mutlaka bir gün dış hatlardan yolcu edeceğim” derdi belli etmese de o da en azından benim kadar heyecanlıydı. Hollanda kraliyet havayolları KLM’nin 8502 sefer sayılı uçağı Amsterdam havaalanının yolcu körüğüne yanaştığında yerel saatle saat 8:30’du aynı günün sabahı saat 05:30'da İstanbul’dan hareket etmiş ve bütün gece uyumamış olmamıza rağmen hiç birimizde en ufak uykusuzluk belirtisi yoktu. Amsterdam! Sadece havaalanında bile olmak bir amaç uğruna evden ayrılıp elin memleketlerine gelmek, buraları görmek size; vay be dedirttirecek cinsten. Uykuyu unuttuk topluca havaalanının bir köşesinde bekleyip kendi aramızda konuşmalara daldık.
Daha seyahatimizin ilk saatleri olmasına rağmen ve güzelim vatanımızı henüz terketmişken Amsterdam Havaalanı'nda karşımıza çıkan Türk asıllı görevli canım Türkçemizi unutmamamızı hatırlatır gibiydi. Amsterdam ne ola ki, beni Amerika paklar bakmıyorum bile etrafa. Ailelerimizi geride bırakıp daha da uzaklaşma zamanı geliyor. Washington Dulles International Airport, deniz aşırı uçuş kapasitesi bakımından Amerika'daki en büyük 5.nci ve 2 katlı hava alanına hoş geliyoruz. Cümbür cemaat sanki kıtayı keşfetmeye gelmişiz edasıyla bakıyoruz etrafa.
Ayağımı buralara basar basmaz biraz hüzün biraz da sevinç karışımı duygular sarıyor beni. Eksileri çoktur ama artıları da var tabii ki memleketin.
O rahatlığı, ailenizin sizin için her şeyi halledebileceği gerçeğini, arkadaşları ve çift kaşarlıyı ilk günlerde fena halde özlüyorsunuz.
Baştan anlatayım derdimi. Amerika’ya ve sunacağı her şeye hayran ve müteşekkirim. Bunun yanı sıra beni Türkiye’de de rahatsız eden her türlü görgüsüz Türk alışkanlığını (dalaveracılık, sıra beklememek, yasal olmasa da bir yolunu bulmaya çalışmak, trafikte küfür etmek, tükürmek vs.) bir tarafa bırakarak burada bir yıl yaşamaya çalışacağım. Kalben de sapına kadar Türk’üm ve Türk olup da kültür sahibi olmaktan, sokaktaki averaj Amerikalı gibi dünyadan bi-haber olmamaktan da gurur duyacağım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder