Okulun ilk günü ve ben yine bir türlü güne başlamak istemiyorum ama bu her şeyin farklı olmasından değil, zira benim klasik okul psikolojim ağır basıyor nedense...
Okulun ilk açıldığı gün bile "off ya ne çabuk bitti yaz" gibilerinden mırıldanırdım hep. Tatil hiç bir zaman yetmez bana zaten bu yaz hep evde oturdum. Aman ne büyük kayıp Amerikalara gelmişim hala tatil diyorum dimi.
Neyse kahvaltımızı yapıp çıktık evden. Sherry anne bizi otobüs durağına bıraktı, hani şu sarı “scholl bus”lar varya filmlerde gördüklerimizden, burada evin önüne kadar gelmiyorlar öyle, iki tane belirli durak var herkes orada inip biniyor. Gerçi durak eve pek uzak değil hani yürüsen 5 dk bile sürmüyor.
Durakta Sharifa'nın arkadaşları vardı, onlarla tanıştım sadece tanıştık yani benimle pek ilgilenmediler, yaz anılarını anlatmaya başladılar, bir ara Sharifa bana çok sessizsin dedi. E kız haklı beni böyle görmeye alışık degil. Geldiğimden beri çenem hiç durmuyor sürekli konuşuyorum hatta Yumi varken daha komikti onun İngilizcesi iyi olmadığı için söylenenlerin neredeyse hiç birini anlamıyordu bende vücut diliyle anlatıyordum çok komik oluyordu gülüyorduk hem Yumi'ye takılıyordum şaka bile yapar hale gelmiştim.
Bu arada “Yumi” bir Japon değişim öğrencisi ve bizimle 3 gün kalmıştı. Bir Japon arkadaşım bile vardı artık.
Okulun ilk günü çok sessizdim ve sadece etrafı izliyordum. Otobuste de fazla konuşmadım ama bu sarı otobuslere binmekte ayrı bir şey hani. Aynı Amerikan filmlerini yaşıyorum ben burada "donat" bile yedim bu arada ek bilgi o filmlerde görduğümüz özellikle polislerin devriye sırasında ağızlarını şapırdatarak yediği o enfes görünen donat'ların tadı berbat bunu söylemek istemezdim benim için çok büyük hayal kırıklığı ama tadı çok kötü benim gibi tatlı düşkünü bir insan bile beğenmediyse siz düşünün artık. İlk kez Wdc’de yemiştim Levent bunlar bayat demişti ama buradakilerde bayat ya neyse...
Sonra okula geldik aman tanrım ilk gün benim için eziyetti ya o ne kadar karışık bir okul her sınıfım farklı bir yerde yani bizdeki gibi bütün dersleri aynı sınıfta almıyorsunuz dersler kesintisiz 90 dk. ve akabinde 5 dk. teneffüs yapıyorsunuz. Düşünsenize bir alışmışız 45 dk. ders 15 dk teneffüslere hatta bu 15 dk.lar merdiven çıkmalarla 20 dk. bulduğu bile olmuştur.Benim gibi acemi çaylak birisi için bu kocaman okulda 5 dk içinde diğer sınıfımı bulmak ne kadar zor bir düşünsenize. Ve sürekli kayboluyorum ve her seferinde de birilerinden yardım almak zorunda kalıyorum. Sınıfımı sorarken çocukların yüzüme garip garip bakmalarını ben de anlamıyordum ta ki; Sharifa söyleyene kadar meğerse beni Frashman zannetmişler yani; 9. sınıflara takılan bir isim bu. Diğer sınıflarda selfmore, jonuior ve senior olarak ifade ediliyormuş ben bunu ilerleyen günlerde öğrenmiş olacağım tabii.
Sınıfta da fazla konuşmuyordum elimden geldiğince hocalara Türkiye'den gelen exchange student olduğumu hatırlatıp onları anlamadığım zaman hoş karşılamalarını umuyordum. ilk iki gün açıkçası sınıfların yerini öğrenmekle geçti bir diğer işkencede dolabımın şifresini doğru girebilmekti, yok efendim önce saat yönünde 1kez çevir sonra sıfırı geç diğer rakam için öbür yöne çevir... Allah aşkına bu nasıl bir tariftir böyle kim yazıyor bunları anlamıyorum, oldum olası sinir olurum yok efendim neymiş düşman saat "3:15 yönünde" o nasıl bir yöndür ya... Desene önündeki dolabın sağında ya da solunda diye... Resmen işkence.
Neyse açıkçası okul büyük olduğu için Sharifa'yı da her zaman bulamadım ve gördüğüm ilk kişiye dolabımı açtırdım zaten ilk günler herkes her şeyi karıştırıyor yani Türkiye'den gelen meşhur exchange’i kimse tanımıyordu. Neyse zaten sus pus olduğum için arkadaşım da yoktu pek. Neresi boşsa gidip oturup sessiz sedasiz molasız 90 dk. nın bitmesini bekliyorum ama artık çarşamba sınıfların yerini de dolabımı açmayı da öğrendim, sıra derslere geldi... Zaten en nefret ettiğim Geometri'ydi ve ilk o derse girdigim zaman resmen ağlayacaktım... Tek bir terimi bile anlamıyordum ve hocalar sınıfın seviyesini görmek için test yaptilar onun bile yarısını zor anladım. Derken hayal kırıklığı yavaş yavaş kendini göstermeye başladı.
İngilizce'min iyice yetersiz oldugunu düşünmeye başladım hiç bir dersten yüksek not alamayacağıma ve hiç arkadaşımın olmayacağına mutsuz bir yıl geçireceğime dair saplantılı fikirler geldi aklıma. Hem de önümde NİL gibi canlı bir örnek dururken zira birkaç gün önce Adana'dan benimle bu programa katılmaya hak kazanan NİL diye bir arkadaşımızın yapamayıp 1 hafta sonra geri döndüğünü ailemden duymuştum. "Hayır" dedim kendi kendime ben dönmeyeceğim asla.
Bu arada bilim kurgu dersi de en büyük hayal kırıklığım oldu zira bu derste sinema filmlerinin yapısını işleyecektik hem de film seyretme şansımız olacaktı... Hocanın dediklerinden tek bir kelime anlamadığım gibi film seyretme şansım da olmamıştı. Hiç bir sinema terimini bilmiyorum ilk iki gün resmen umutsuzdum. Hele o yemek derside neydi öyle; kolay ve eğlenceli bir ders olması gerekirken sürekli video izletip öğrendiklerimizi yazmamızı istiyorlardı ilk iki dersi idare ettim ama üçüncüde "pes" dedim, "Bu ders değişecek" ama ya zamanlama uymazsa diye düşündüm off off.
Perşembe günü artık "yeter" dedim, “kendine gel PIRIL her şeyden sızlanacaksan neden geldin buraya host family ile çok eğleniyor olabilirsin ama bu okulda zamanının çoğunu geçireceksin mızmız pısırık küçük bir çocuk gibi davranmayı bırak ve kendine gel” dedim tabii bunları söylememdeki bir etken de çarşamba, yani bir gün önce Dr.church’ün yanına gidip geometriyi değiştirmek istediğimi söylemem oldu.
Bu arada Dr. Church okul müdürümüz tarih üzerine doktorası var. Geometri yerine Başlangıç Matematiği'ni aldım sonra biraz moralim düzeldi zaten önceki Perşembe'den itibaren bu cumaya kadar her şey o kadar farklı ki gerçek ben ortaya çıktı.
Tekrar hoş geldin Pırıl.
Cuma günü nihayet Vicky ile tanıştım kendisi benim bölge sorumlum sadece telefonda konuşmuştuk. Kendisi süper bir insan benimle ve diğer okuldaki exchange öğrenciyle çok ilgileniyor yani Endonezyalı kızdan bahsediyorum. Beehive science'a giden bu arada onun gittiği okulda 7 Türk hoca ve 10 Türk öğrenci varmış ve okuldaki ikinci yabancı dil Türkçe imiş. Duyunca bir off çekmişim sormayın. Neyse bu arada Vicky’nin süper bir insan olmasını tabii ki ilk görüşmede anlayamazdım ama onu asıl benim gözümde süper yapan şey; kanser hastası bir arkadaşına destek olmak amacıyla saçlarını kazıtmış olmasıydı. Kısacık saçlarla geziyor ve çok cool görünüyordu ve belki de saçlarını kesme amacı onu benim gözümde bu kadar mükemmel hale getiriyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu davranışından çoook etkilenmiştim. Hayatımda gördüğüm en erdemli davranıştı o güne kadar. Erdemli olmak, hayatta insanın edinebileceği en önemli donanımdır bence. Bunu elde etmenin yolu saygıdan geçer. Saygı, günümüzde hep söylenen, sakız olmuş bir kelime. İnsanların birbirini giyinişten, renginden, inancından, zevklerinden, tercihlerinden vs.den dolayı küçümsedikleri, hatta düşmanlık besledikleri bu çağda, en çok önemsememiz gereken bir duygu bence saygı. Emeğe saygı, inanca saygı, dinlere saygı, tercihlere saygı, giyim kuşama saygı, zevklere ve renklere saygı... Evet, medeni olmanın ön koşuludur bence saygı.
Babamdan böyle duymuştum. Sevgi ise insanın kalbinde doğuştan yer etmiştir. Anne sevgisi bunun gelişmesine neden olur. Babamızı severiz, kardeşimizi severiz, arkadaşımızı severiz, okula gider öğretmenimizi severiz, düşüncelerimiz büyüdükçe vatanımızı severiz. Düşüncelerimiz daha da büyüdükçe üstünde yaşadığımız dünyayı severiz ve o dünyada yaşayan insanları severiz. İnsan sevgisi çok önemli bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, bırakalım kalbimiz sevgiyle dolsun.
Son cümleyi içimden gelerek yazdım ama sanırım biraz da içinde bulunduğum sıkıntılı durumdan kendimi kurtarmak için sıraladım. Cuma günü ilk dersim matematikti sınıfın hepsi 9 ve ben 11 olarak kendimi yaşlı hissettim ama ortalarına oturduğum iki veletle hemen kaynaştık. İşte ben Pırıl, Türkiye'den geldim değişim öğrencisiyim adınız ne falan diyerek kaynaştık... Zaten benim durumumu öğrenince derste de yardımcı oluyorlar malum matematik terimlerini bilmiyorum ya neyse sonra Dr. church ofisine çağırdı yarım saat falan oturduk sohbet ettik kendisi benim en harika müdürüm o kadar şeker ki beni de çok sevdi okula Hawaii gömleği ve şort giyerek geliyor t-shirt pantolonda giyiyor burada hocalar zaten resmi giyinmiyorlar.
Kendisi çok tatlı bir adam çokta kafa... Bana, ”oğlanlar seni rahatsız ederse bana gel” dedi ne komik adam ya, Dr. church benden en az benim kadar büyük tarih kitabını aldı ve İngilizcesi kolay bir kitap verdi sonra sınıfa döndüm ortama uyum sağlamaya başladım artık. Dersi dinliyor kendimce notlar alıyordum. Bir sonraki dersim İspanyolcaydı.
Senyor Homer yani İspanyolca hocamız komik ve neşeli bir adam,espriler yapıyor ve dersi zevkli hale getiriyordu. Birden Türkiye'deki hocalarım aklıma geldi tabi bizde de bu şekil hocalar vardır mutlaka ama nedense bana hiç denk gelmedi dersi anlat 45 dakika sonra çık git ve koyu bir çay yanında bir sigara yak ne bileyim birazcık garipsedim işte.
Tekrar derse dönelim, yanımda kobi adında bir çocuk oturuyor sarışın tipik Amerikalı işte, onunla iyi anlaşıyoruz, ilk derste alfabe öğreniyoruz bizimkiyle aynı ama okunuşları farklı nedense Amerikan gençliği “r” harfini bir türlü telafuz edemiyor, Türkçe'den mi yoksa ben mi çok akıllıyım bilemiyorum ama nedense ben bu harfi hocanın istediği şekilde telafuz ediyorum ve sınıfın popüler öğrencisi olmaya aday oluyorum o gün.
Tabi bu tür gelişmeler benim gibi zaten zar zor anlayan ya da anlaşabilen veya intibak sorunu yaşayan birisi için inanılmaz motive edici oluyor. Bir sonraki dersim kabusum food, yani Amerikan mutfağı, mutlaka değiştirmem lazım. Son dersimiz ise edebiyat. Allahım inanamıyorum ben bu dersi çok sevdim süperrr. Şiirleri anlamıyorum ama içimden bir ses bana bu sınıfında en popüler öğrencisi olacağım diyor. O sesi seviyorum. Neyse hasarsız bir şekilde haftayı kurtarıyorum oh be!
Hele şükür! Neydi o ilk hafta kara basanlar...
Cumartesi sabahı Sheryy annem ve iki komşusu ile birlikte cümbür cemaat arabaya doluşuyoruz 1 saatlik mesafede bir yere gideceğiz “swiss day” var yani İsviçrelilerin festivali.
Yolda giderken etrafı inceliyorum, Allahım ne kadar güzel yemyeşil çayırlar, göller, dağlar ve o güzelim çiftlik evleri, gerçekten hayran kalıyor insan. Tepede güneş, gölde sörf yapan insanlar, etraftaki ahşap evler pırıl pırıl her taraf. Küçük bir kasaba, aracı park ediyoruz, festivalin kurulduğu alan fazla büyük değil ama sevimli olduğu bir gerçek. Önce geçit töreni yapılıyor sonra Harley Motor Grubu yüksek volümlü motorlarıyla geçit törenine ayrı bir renk katıyorlar.
Hani diyorum içimden bizim meşhur Mehter Takımı da burada olsaydı ve ben onları ellerim şişene kadar alkışlasaydım, geçit töreni deyince sadece aklına Harleyciler gelen bu Amerikalılara enfes bir mehteran gösterisi sunabilseydik diye düşünmeden alamadım kendimi.
Neyse bu arada standları geziyoruz tek tek. Ağırlıklı olarak cadılar bayramı ile ilgili objeler vardı.Fakat yemekler yine berbattı.
Fazla yemedim zira kendimi öğleden sonra gideceğimiz Müslümanların festivaline saklıyorum. Hani olur ya belki 1,5 porsiyon az acılı Adana kebabı yerim ve üstüne de bir dilim baklava üzeri dondurma yerim off off.
Eğer bu saydıklarımda bu topraklarda olsaydı inanın daha da güzel olacak bu memleket ya neyse. Bu arada 25 cent'leri topluyorum yani koleksiyon amaçlı, zira burada 50 farklı 25 cent var. Nedeni de her eyalete ait bir 25 cent'in oluşu, hoşuma gitti şu ana kadar 20 adet toplayabildim ve işin en ilginç yanı yaşadığı eyalet UTAH’ın hala 25 cent'i yok bende.
Bu arada her stand taki görevliye hikayemi anlatıyorum. Değişim öğrencisiyim ve Türkiye'den geldim falan filan... Hem İngilizcem ilerliyor hem de kolay iletişim kurma konusunda tecrübe ediniyorum. Dönüş yolunda bir çiftliğe takıldı gözüm, sınırları çitlerle çevrili olmasına rağmen içindeki yeşillikten dolayı mıdır nedir ama sanki sonsuzmuşcasına sınırları olmayan bir görüntü veriyordu insana... Ve o çitlerin içinde bir ata takıldı gözüm, etrafındaki çitlere aldırmadan “ben özgürüm” dercesine şahlanıyordu. 1 saniyelik görüntülerden bu anlamı çıkarmak... İnsanoğlu işte.
Evin önünde aracın durmasıyla uyandım, zira o uçsuz bucaksız sandığım çiftlikten sonra uyumuşum...